Bekre Arben Artuç

Harold Pinter, 10 Ekim 1930 tarihinde Londra'da doğdu. Doğduğu yer dolayısıyla şanslı olsa da bir Yahudi'ydi. Yaşadığı kıtada aynı soydan geldiği insanların amansızca katledileceği bir döneme yakın tarihte doğmuştu, 2.Dünya Savaşı'nın başlamasından 9 yıl önce. Pinter iki defa evlendi. İkinci eşi, roman ve tarih yazarı Lady Fraser'di. 24 Aralık 2008 günü, uzun süre mücadele ettiği gırtlak kanseri nedeniyle yaşamını yitirdi.
Pinter, henüz 18 yaşında Soğuk Savaş politikalarına karşı çıkarak vicdani ret hakkını kullanmak istediği için askere gitmeyi reddetti ve para cezasına çarptırıldı. 1948'de Kraliyet Akademi Dramatik Sanatlar Okulu'na burslu olarak girdi ama devam etmedi. 1951'de Drama Okulu'na girdi. Burada oyuncu olarak çalıştıktan sonra oyun yazarlığına başladı. 1957'de Bristol Üniversitesi'nin Tiyatro Bölümü için "Oda" adlı oyununu dört günde tamamladı. Bunu, aynı yıl yine Bristol Üniversitesi Tiyatro Bölümü tarafından sahnelenen "Doğum Günü Partisi" adlı oyunu izledi. "Kapıcı" (1957), "Git Gel Dolap" (1960), "Yuvaya Dönüş" (1965), "Eski Günler" (1971), "Issız Topraklarda" (1975), "İhanet" (1978) oyunları ile tanındı. İnsanlar üzerindeki 'baskıyı' işledi, ilk eserlerinde hayatın olumsuz koşullarına değindi. Hayal kırıklıkları onun peşinden ayrılmadı, aynı zamanda eserlerinin de... Oyunlarındaki tekinsizlik, gizem ve kısa konuşmalar ön plandaydı. Birçok duyguyu da içine kattığı oyunları genelde bir odada geçerdi. 1973'de ABD tarafından darbe ile indirilen sosyalist Şili Devlet Başkanı Salvador Allende'den sonra mücadelede daha aktif oldu. 1999'da Kosova krizinden Nato'nun müdahalerini eleştirdi. Amerika'ya karşı Küba Dayanışma Partisi'nin üyesi oldu. Amerika ve İngiltere'nin Irak'ı işgalini eleştirdi ve 2004'de İngiltere Başbakanı Tony Blair'e karşı başlatılan kampanyaya katıldı.
Harold Pinter, 1985 yılında Arthur Miller ile 12 Eylül cuntasının baskısı altındaki sanatçılara ve aydınlara destek olmak için Türkiye'ye geldi. Türkiye'ye gelişinin ardından 'Bir Tek Daha' ve 'Dağ Dili' adlı iki oyun yazdı. Pinter, 2004 yılında Hasankeyf'i korumak için Ilısu Barajı'na karşı bir kampanya da başlatmıştı.
Pinter oyunlarında politik olanın 'kişisel' ilişkilere dönük olduğunu görüyoruz. Pinter'ın yüklediği temsiliyetler ve yorumlar, oyundaki iki karakterin arasında dönüp dolaşıyor. İlişkiler başta belirgin değildir ama sonradan adeta güç savaşlarına dönüşür. Yazar, gerçek ve gerçek olmayan arasındaki ilişkiye bir röportajında şöyle değinir:
"Gerçek ve gerçek olmayan arasında çok belirgin bir ayrım yok, ya da doğru ve yanlış arasında. Bir şey mutlaka doğru ve yanlış olmak zorunda değil; bir şey hem doğru hem de yanlış olabilir. Bu iddiamı hala mantıklı buluyorum ve hala gerçeğin ifşasını sanat yoluyla açığa çıkarmaya çalışıyorum. Dolayısıyla, evet bir yazar olarak buna katlanabilirim fakat bir yurttaş olarak bunu yapamam. Bir yurttaş olarak sormalıyım: Doğru nedir? Yanlış nedir?"
Röportajın devamında ise şu sözleri ekliyor:
[...] yaşadığımız gerçek, fiili ve somut dünyada, bana göre, doğru ve yanlış arasındaki ayrımı görmek çok kolay. Bize söylenen pek çok şey aslında yanlış. Ve gerçek, bütünüyle gizli ve tüm bu doğrultuda gizli gerçeğin açığa çıkarılması, sunulması ve onunla yüzleşilmesi gerekiyor.
[...] Bence bize çoğunlukla yalan söyleniyor. Ya da yalan söylenmediği zaman bir sürü zırvalık sıralanıyor. Demokrasilerimizin esas propagandası açıkça riyakarlık. Kimi kandırıyorlar? Sorun, korkunç sayıda insanı kandırabiliyor olmaları. Bu korkunç bir şey.

Yarattığı güç ilişkisi; gerçeğin aranması ve gerçeğin arkasındakilerle alakalı. Sistemin devamının temsiliyetinin karşısında sistemdeki arızaları karşılaştıran Pinter, bunu karakterlerinde somut olarak gösterebiliyor. Bu durum ise yazarın 1980 öncesindeki oyunlarının ağırlıklı işlediği bir konsept. 1980 sonrasında politik haykırış, gerçek ve gerçek olmayan arasında değil, doğrudan yansıtılanın üzerinde duruyor. "Kapıcı" adlı oyununda Davies'in gerçek adı belirsizdir. Davies'i herkes "Bernard Jenkins" olarak tanır ama gerçek adının "Mac Davies" olduğunu iddia eder. Oyun boyunca gerçek kimliğinin açıklanması için diğer oyun kişileri tarafından yapılan şiddetli hamlelere rağmen gerçek gün yüzüne çıkmaz. Kullanılan dil, nesnel gerçekliği bulanıklaştırmaktadır. Kullanılan karmaşık dil ve güç ilişkilerinin dengesizliği, günümüz gerçekliğinin dolaylı bağlantısıdır. Tabii bu 1980'den önceki oyunlardaki yaratım fikridir. Politik ton, sözü geçen yıldan sonra değişecektir. Erken dönem oyunları genelde tek bir odada geçer ve dışarıya açılan kapılar bir tehdidin habercisidir, odanın içerisi tehlikeye karşı tek güvenli alandır. Oda oyununda dışarısı soğuktur ve zifiri karanlıktır. Dışardan gelen yabancı, kötücül şiddeti temsil eder. Yazarın politik haykırış dönemine denk geldiğimizde ise karşılıklı ilişki yapısı halen sürmektedir ama belirsiz politik alan artık kabuğundan çıkmış ve tam bir yansıma haline gelmiştir.
Soğuk Savaş döneminin son verdiği tarafsızlık, onun ve çoğu yazarın politik konumunun belirgin olmasını sağladı. Dolaysız bir şekilde aktarılan politik düşünce, okuyucuya doğrudan yansıtılmalıydı. "Dağ Dili" oyunu bu yüzden önemli ve Pinter'ın yazarlık kariyerinde bir kırılma noktası. Ezilen ulus, her şeyiyle ezilir; diliyle, yaptıklarıyla, okuduklarıyla ve yaşamıyla. Gerçek ve gerçek olmayan arasındaki ayrım artık onun için yok olmuştu; sanat, yalnızca 'yaşanılanların' aktarımı olmalıydı. Türkiye'den döndüğünde şunları söyledi:
"...1985 yılında Arthur Miller ile birlikte Uluslararası PEN ile birlikte Türkiye'deki yazarların durumlarını incelemek için Türkiye'ye gittik. Birçok açıdan canlı ve aydınlatıcı bir seyahatti. Oradayken öğrendiğim şeylerden biri Kürtlerin gerçekten kötü durumda olduğuydu. Gerçekte var olmalarına ve kendi dillerinde konuşmalarına izin verilmiyordu. Örneğin, sırf Kürtlerin tarihini yazdığı için 36 yıl hapse gönderilen bir yayımcı vardı. Türkiye'den döner dönmez "Dağ Dili"nin birkaç sayfasını yazdım, yazdıklarımdan emin olamadım ve onları rafa kaldırdım. Aslında tümüyle yok etmeyi düşünüyordum ancak eşim böyle yapmamam konusunda beni ikna etti. Üç yıl boyunca üzerine hiçbir şey yapmadım, sonra, bir gün, bu yılın başında konuyu tekrar ele aldım ve oyunu tamamladım. Sorunuza cevap olarak oyunu yazarken çıkış noktasının Kürtler olduğunu söyleyebilirim, ancak oyunun tümüyle Türkler ve Kürtlerle ilgili olduğunu söylemek doğru olmaz. Demek istediğim, tarih boyunca birçok dil yasaklanmıştır. Bildiğiniz gibi İrlandaca ve Welsh dili bu yasaklamalardan zarar görmüştür; Urduca ve Estonyalıların dili yasaklanmıştır, Baskça yasaklanmıştır...
...Evet hayatımda ilk defa Türkiye'deyken işkence görmüş kişilerle bizzat aynı ortamda bulundum. Bildiğiniz gibi işkence ve bu tür muameleler sadece kişinin kendisinin değil, tüm ailesini mahveder. Örneğin, İstanbul'da çok kötü bir işkence görmüş sendika lideriyle tanıştım. Hapishaneden çıkmış olmasına rağmen hala zayıf ve titriyordu. Ancak esas ilgimi çeken karısıydı. Tümüyle dilsiz kesilmiş, sanki konuşma gücünü tamamiyle kaybetmişti. Sanıyorum kocasını hapishanede gördüğünden beri tek kelime konuşmamıştı."
Artık görmüş oluyoruz ki, Pinter'ın ziyaretleri kullanacağı açık politik dilin öncüsü oldu.
"Dağ Dili" oyunu bir askeri hapishanede geçer. Kocasını ziyarete gelen bir kadının aşağılanması söz konusudur, çavuşlara göre kadınlar da kocaları gibidir. Kadınların konuştuğu dil askerler tarafından aşağılanır. Darbe iktidarı ve askerin politik baskısı ilk sahneden hissedilir. Ağır bir giriş söz konusudur, artık gerçek ve gerçek olmayan, yerini salt gerçekliğe bırakmıştır. Askerin bir kadına cinsel tacizinden sonra kadın, mecburen kimliğinden kaçmaya başlamıştır. Ama bu askerlerin umrunda değildir. Oyun bir süre farklı politik karşılıkların farklı şekillerde gösterilmesiyle devam eder. Son sahneye geldiğimizde bir asker, oğluyla görüşmeye gelen kadına kuralların değiştiğini ve yeni bir emre kadar oğluyla kendi dilinde konuşabileceğini aktarır. Kadın yine de konuşamaz ve annesinin konuşamadığını gören mahkum krize girer. Bu oyunda karakterler arasındaki karşılığın, ilk oyuna kıyasla çarpıcı bir gerçekliğe büründüğünü görürüz. Pinter'ın yarattığı duygular tamamıyla değişir. Oyunda çavuş, adeta bir robot gibi yazılmıştır. Şiddetten başka bir eylemi yoktur, mahkumların ve kadınların yaşadıkları karşısında şiddet uygulamak harici kayıtsızdır. Etnik kimlik üzerine kurulan baskının yarattığı yıkım, aile içi bağlanmanın ve iletişimin de yıkımı olmuştur. 12 Eylül cuntası eliyle yaratılan baskı, kaçınılmaz bir son doğurmuştur.
Ezilen etnik kimliğe sahip bireyin toplumdan, ailesinde ve hayattan kopuşu.
Pinter'ı araştırdığımız zaman, Absürt Tiyatro'nun bir parçası olarak görmeniz mümkündür. Yorumlama açısından ise Absürt'ün içinde olması sorgulanabilir bir noktadadır, elbette oyunlarında Absürt fazlasıyla etkili bir noktada durmaktadır ama özellikle 1980'den sonraki oyunlarında bu durum değişkenlik göstermiştir. Samuel Beckett'in oyunlarındaki Absürt durumun kesin bir yansıması yoktur örneğin. Pinter, gerçek ve gerçek olmayanı ilk eserlerinde yansıtırken bile bu durum değişkenlik gösterir. Hadi Pinter'ın "Git-Gel Dolap" oyununu, politik gerçekliğin kalıplaşmış nesnesine çevirelim. Gus isimli çarka çomak sokan taraftadır, Ben ise çarkın devamını sağlamak için kavagacı bir ideal benimsemiştir. Tüm dinlerde ve siyasi otoritelerde neyin ne olacağı çizilmeye çalışılır. Tanrı, iktidar veya özne sizi sonsuz yönlendirilmelerin içine sokmuştur ve karar mekanizmalarınızı önceden kurulmuş bir saat gibi ayarlamıştır. Gus bu kurulmuş saatin ayarlarıyla oynayan, kendisini yıkıma götürecek eşiğin içinde bilinçsiz bir şekilde sorular soran kişidir. Birçok yönlendiren tarafında çizilmiş bir 'kader'imiz olsa bile, doğru giden bir akışın olması imkansızdır. Tarihte her yönlendiricinin karşısında bir çomak sokan bulunmuştur. Çünkü tarih her zaman karşıtlık veya karışıklıklar üzerinden ilerlemiştir. Pinter'ın kişisel anlamda bu karşılık, öteden soyut gözükse de oldukça somut olan sistemin ister bir kiralık katilden, ister gündelik işler yapan insanlardan çıkabileceğini gösterir. Ve her kurulan sistemin bir Gus'ı olmak zorundadır. Sistemler hiçbir zaman soyut bir imge yaratıp yalnızca dıştan gelen tehditleri beklemek zorunda kalamaz ve devam edemez. Artık merak içinde kuşkuyla tehdit edilerek bekletilen insan, karmaşıklığın içinde bilinçsiz bir şekilde devam etmek zorunda değildir. Bundandır ki, Pinter kariyerinin bir noktasında dıştan gelecek olan tehdidi artık içe taşımaya kara vermiştir. "Git-Gel Dolap"tan "Dağ Dili"nin politik aksiyonu tam olarak budur.

Korku ve tehdit dışta değil bulunduğumuz her yerdedir. "Git-Gel Dolap"taki dıştan gelecek olan düşman, "Dağ Dili"nde bizi artık bütünüyle hapsetmiştir. Düşman bize soru sordurmaz, yaşatmak istemez ve sindirir.
Harold Pinter'dan kısa bir alıntıyla bitirelim:
"İnanıyorum ki, var olan devasa aykırıklara, zorluklara rağmen, korkusuzca, sapmaz ve güçlü bir entelektüel kararlılıkla, yurttaş olarak 'hayatımızın ve toplumumuzun gerçek doğrusunu bulup çıkarmak, belirlemek' hepimize düşen yükümlülüktür. Bu mutlak bir gerekliliktir aslında."
Bambu Tiyatro ve Kültür Sanat Dergisi (53.sayı)
Commentaires