YEŞİM ÇINAR
yesim.93.cinar@gmail.com
Orhan Asena 1950 Sonrası Türk Tiyatrosu'nun en önemli yazarlarından birisidir. Edebiyatımıza kırktan fazla eser kazandırmış bir yazarımızdır. Asena Diyarbakır'da masallar ve halk hikayeleri dinleyerek büyümüştür. Eserlerinin oluşum sürecine, dinlediği bu sözlü gelenek ürünleri katkıda bulunmuştur. Diyarbakır'da geçirdiği bu günler onu yazarlığa hazırlayan günler olmuştur diyebiliriz. Eserlerinde insanı merkeze koymuştur. Bunda kendisinin çocuk doktoru olmasının payı vardır. Mesleği ona daha hümanist bir karakter kazandırırken bu karakteri eserlerine yansımıştır.
Orhan Asena, oyunlarında genellikle iktidar mücadeleleri, yalnızlık, güç tutkusu, isyan gibi konulara yer vermiştir. Bu konulara yer verirken insanı merkeze koymuştur. İnci Enginün, Orhan Asena'nın eserlerini: ''kadın konusunu ele alanlar'' ve ''iktidar tutkusunu ele alanlar'' olarak ikiye ayırmıştır. Bu iki konu irdelendiğinde ''iktidar tutkusu''nun Asena'nın eserlerinde daha baskın olduğu görülmektedir. Bu ''iktidar tutkusu''nu Tanrılar ve İnsanlar (Gılgameş) adlı oyunda inceleyeceğiz.
Tanrılar ve İnsanlar (Gılgameş)
Tanrılar ve İnsanlar (Gılgameş), Sümerliler'in Gılgamış Destanı'ndan esinlenilerek yazılmıştır. Bu oyun 1954-1955 sezonunda Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sergilenmiştir. ‘’Tanrılar ve İnsanlar (Gılgameş)’’, Asena için dönüm noktası olmuştur. Oyununun kendisinde hissettirdiği etkileri şu şekilde ifade etmiştir:
“Gılgamış’ın asıl etkisi benim üzerimde oldu. Tiyatro üzerine düşünmeye başladım; ciddi ciddi. İlk hesaplaşmam kendimle oldu. Neydi beni şiirde, öyküde sınırlı kılan? Şiirin istediği yoğunluğa hiçbir zaman varamamıştım. Bir tür dramatik şiirde kalmıştım. Diyebilirimki şiirde beni başarısız kılan ne varsa tiyatro yazarı olarak bir o kadar yaramıştır. Ben bilmeden ilerde bana yarayacak olan dramatik şiirin alıştırmalarını yapmışım meğer. Saptadığım ilk gerçek bu oldu. Vardığım ilk kararda bir daha öykü ve şiir yazmamak oldu. Gerçekten kırk yıla varan yazarlık yaşamım boyunca, kırkı aşan eserlerime Gılgamış tıpkı bir deniz feneri gibi yol göstermiştir” (Nutku 1998:12).
Oyunun İçeriği
Oyun dört perdeden oluşturulmuştur. Birinci perde Zalim kral En-Me-Kar'ın zulümünden kaçan, şehirleri talan edilmiş, yakılmış perişan halkın Gılgameş'e sığınarak ondan yardım istemesiyle başlar. Perişan olmuş halkın karşısına öncelikle Gılgameş'in annesi Nin-Sun çıkar. Nin-Sun aynı zamanda zalim kral En-Me-Kar'ın kızıdır. Nin-Sun halka ne istediklerini sorar. Halk onun kralın kızı olduğunu bildiği için bir an duraklar. Nin-Sun onlara:
''Hayır. (yangını gösterir) Kraliçeniz orada kaldı, burada anneniz, kız kardeşiniz, kızınız var. Kraliçeniz orada, babası Kral En-Me-Kar'ın temeli çatırdayan sarayında kaldı, burada sizden birinin Gılgameş'in annesi Nin-Sun var. Dileğiniz nedir söyleyin.''
diyerek halkçı kişiliğini vurgular. Halk artık En-Me-Kar'ın zulümünün sonlanmasını ister. Bu sırada Gılgameş sahneye girer. Halk bu zulmü bitirmesi için Gılgameş'e yalvarır. Gılgameş halka yarın talan olan şehirlerine varıp zalim kral En-Me-Kar'ın zulmüne son son vereceğini söyler. Burada şu diyaloglar Gılgameş'in halkçı, gözü kara ve savaşçı kimliğini vurgulaması bakımından önemlidir:
''BİRİNCİ İHTİYAR: Sen yalnızca savaşı kazanmayı düşünüyorsun. Ya bu savaşın yıkıntıları ne olacak? Ölüler mezar istemez mi? Diriler yuva istemez mi?
GILGAMEŞ (başını kaldırır, birden büyümüş, büyümüş gibidir.): Öyleyse ben de ölülerinize mezar, dirilerinize yuva vaat ediyorum'' (s.17).''
Bu vaat sorumluluk demektir. Halk talan edilen şehirlerde ağaçların kalmadığını söyler. Dolayısıyla bu yuvaların neyle inşa edileceğini sorgularlar. Gılgameş onlara az ilerideki sedir ağaçlarıyla inşa edeceğini söyler. O ağaçlar tanrılar tanrısı Enlil için adanmıştır ve kutsaldır. Nin-Sun ve halk tanrıların tepkisini çekmekten korkarlar. Gılgameş halkı tanrılardan daha kutsal saydığı için kimseyi dinlemez. Bunu şu sözüyle dile getirir:
''GILGAMEŞ (meydan okurcasına): Bağışlamazlarsa kendileri bilirler... Benim için kutsal olan (çevresindekileri gösterir) onların isteğidir. Sırf arkama takıldıkları için her şeylerini yitiren şu insancıklarımın acılarını gidermek bana düşmez mi?''(s.18).''
Gılgameş: ''Bu dünya insanlar için yaratılmış ve yalnız insanların olmalı. Üstüne, hatta hiçbir Tanrı'nın gölgesi düşmemeli... Yapmak istediğim belki de bu.''(s.18-19) diyerek bir devlet adamı sorumluluğuna sahip olduğunu gösterir.
Sahnede güzellik tanrıçası İştar belirir. Herkes onun tanrıların intikamı için gönderildiğini düşünür ama İştar kendi iradesiyle geldiğini söyler. Gılgameş'i birçok defa baştan çıkarmaya çalışır ama Gılgameş her seferinde halkını tercih eder. İştar öfkeyle gider. Kral En-Me-Kar'ın kellesi bir mızrağın ucuna takılmış halde Gılgameş'in önüne atılır. Böylece birinci perdenin sonu Gılgameş'in zaferiyle sonuçlanır.
İkinci perdede tanrılar Gılgameş'i yenmek için yabani insan Engidu'yu yaratmış ve göndermişlerdir. Perdenin başında Avcı bu haberi Nin-Sun'a verir. Gılgameş daha önce Engidu'yu aramış ama bulamamıştır. Nin-Sun Gılgameş'i, Engidu'yu arama kararından vazgeçirmeye çalışmış fakat Gılgameş onu dinlememiştir. Nin-Sun bir düş görmüştür. Bu düşü kendisine bir tanrı aynı zamnda da Gılgameş'in babası olan Şamaş göstermiştir. Nin-Sun bu düşte; Engidu ve Gılgameş'in kapıştğını, en sonunda Engidu'yu Gılgameş'in önünde dize gelmiş olarak görür. Engidu'nun üstünde Gılgameş'in kıyafetleri vardır. Nin-Sun bu düşten Engidu'nun yabani kişiliğinden sıyrılması gerektiğini, sıyrılırsa Gılgameş'in kardeşi olabileceğini anlar. Bunun üzerine Nin-Sun ''kadının becerebileceği'' düzenlerle Engidu'yu güçsüzleştirip Uruk şehrine getirmeyi planlar. Miliza'yı yanına çağırır. Onu Engidu'yu bulması için görevlendirir. Engidu ve Miliza altı günlük süre içinde birbirlerine aşık olurlar. Engidu'yu dize getiren Miliza onu Uruk şehrine getirmeyi başarır. Gılgameşle ilk karşılaştıklarında kavgaya tutuşurlar. Gılgameş üçte iki tanrı olduğu için ve daha kontrollü hareket ettiği için Engidu'yu dize getirir. Engidu'nun tabiatında yenilmek olmadığı için Gılgameş'e kendisini öldürmesi için yalvarır. Gılgameş ona acır ve düştüğü yerden kaldırır. Engidu'yu artık kardeşi bellemiştir.Gılgameş bu hareketiyle tanrıları tekrar yenilgiye uğratmış ve öfkelerini arttırmıştır. Sahnede Şamaş'ın sesi duyulur. Şamaş oğlunu tanrıların öcüne karşı uyarır. Sedir Dağları'nın arkasında Humbaba'nın hazırlandığını, göklerin boğasının zincirini boşaltmak üzere olduğunu ve onları ülkenin dışında karşılaması gerektiğini söyler. Engidu ve Gılgameş tanrılarla karşılaşmak üzere yola çıkar.
Üçüncü perdenin başında Engidu ve Gılgameş'in tanrıları bir kez daha yendiğini öğreniriz. Bu perde tanrıların tartışmasıyla başlar. İştar'ın babası tanrı Anu içten içe Gılgameş'e hayranlık besler ve Gılgameş'le savaşmak zorunda kalmak onu üzer. Anu'nun Gılgameş'e olan hayranlığı İştar'ı sinirlendirir. Çünkü Gılgameş onun kızını ölümlülerin arasında küçük düşürmüştür. İştar bir kez daha Gılgameş'in karşısına çıkar. Gılgameş onu bir kez daha reddeder. Tanrılardan korkmamaktadır. Tanrılara özgü bir kibiri vardır. Bir kez daha reddedilip küçük düşen İştar tüm çekiciliğiyle Engidu'ya yönelir. Engidu Gılgameş'in uyarılarına aldırmadan Nin-Sun'a söz verdiği ve dostlukların sınanması günü geldiği için İştar'ın kollarına atılır ve oracıkta ölür. Aslında Gılgamış Destanı'nda Engidu hastalanarak ölmüştür. Oyunun sahnelenebilirlik açısından daha cazip hale gelmesi için yazar böyle bir yola başvurmuştur. İştar Gılgameş'in yüreğine bir od düşürmüştür. Onu içten içe tutuşturacak ve bir gün öldürecek bir od... Tanrılara Engidu'yu kendisine vermeleri için yalvarır ama tanrılar sessizdir. Gılgameş acı içindeyken yanına bir kör gelir. Ölümün insanlar için bir son olduğunu ve bir gün onun da öleceğini söyler. Gılgameş tanrılara özgü bir kibirle: ''Hayır hayır ihtiyar, ben öleceksem , bu dünya ne için yaratıldı?'' (s.55). Kör ona: ''Bir sümüklü böcek bile onu kendi için yaratıldı sanır Gılgameş.'' (s.55) der. Gılgameş kul değil tanrı olmak istediğini dile getirir. Kör, Gılgameş'e Nuh Tufanı'ndan kurtularak ölümsüzlüğün sırrına erişen Utnapiştim'i aradığını söyler ve bu yolda Gılgameş'den kendisine yardımcı olmasını teklif eder. Gılgameş ölümsüzlüğün tanrıları yenilgiye uğratmak olduğunun farkındadır. Tanrıların gücüne denk bir gücü (ölümsüzlüğü) elde etmek etmek için Utnapiştim'i aramak üzere Engidu'nun cansız bedenini geride bırakarak yola çıkar.
Dördüncü ve son perdede Gılgameş Utnapiştim'in mağarasının önünde altı gündür uyumaktadır. Bu perde olaylardan ziyade konuşmalara, nasihatlere dayalıdır. Utnapiştim Gılgameş'e insanları aldatıp, ölüme terk ederek ölümsüzlüğe ulaştığını anlatır. Utnapiştim felaketi önceden bilmektedir. İnsanların kötü yazgısını paylaşmayarak gemisini yapıp kendisini ve ailesini kurtarmıştır. Gılgameş bunları öğrendikten sonra bu şekilde elde edilmiş bir ölümsüzlüğü artık elde etmek istemez.
''Hayır Utnapiştim, hayır! İstemem gizin senin olsun. Onu sakla, aldattığın insanların ilenci pahasına sakla. (Gururlu) Engidu bu pahaya elde edilmiş gizle kendini kurtarmamı istemez.'' (s.69)
Gılgameş artık kendi durumunun farkındadır. Yaşadıkları onu bambaşka bir yöne götürmüştür. Özgürlüğünden vazgeçmek istemez. Öfkeyle haykırır: ''Bir tanrı olmadığımı anlıyorum, ama bir köle olmadığımı, olamayacağımı da... (Yumrukları gökyüzüne doğru sallayarak:) Tanrılar!.. Tanrılar!.. Beni yendiniz, ama köle kılamadınız! Bana korkunun ne olduğunu öğrettiniz, ama ihaneti asla!..''
Utnapiştim Gılgameş'in bu özgürlüğüne imrenir.
Sahnede Şamaş tekrar belirir. Gılgameş'e yaptıklarının boşuna olmadığını, insanların kendisini hep hatırlayacağını söyler. Artık gücünün sonuna gelen Gılgameş yanmak için İştar'ı çağırır. İştar gelir. İştar'da bir değişim görülür. Gılgameş'in kendisine yaklaştığı an yanacağını bildiği için onun kendisine yaklaşmasını istemez ama Gılgameş ona yaklaşır. İştar'ın kollarına vardığında yüzü bir gölge haline gelmiştir. Utnapiştim Engidu'yu İştarı, yüzünü ve ruhunu kaybederek yaşayacak olan Gılgameş'e: ''Ben ebedi köle, sen ebedi asi. İkimiz bu kıyıda.. Onların içine karışmaksızın.'' (s.75) der ve oyun burada sonlanır.
‘’Tanrılar ve İnsanlar (Gılgameş)’’ Oyununda Güç Kavramı
Oyunun ilk sahnesinde, mevcut eski iktidarın durumunu halk üzerinden gösterir. Halktan bir kadın Gılgameş'e: ''Toprak ölülerimizi kusacak neredeyse, evimi hasta erkeğimin üstüne yıktılar, kandan ve yangından yalnız (kucağındaki yavruyu göstererek) bunu bir tek çocuğumu kurtarabildim. Her şeyimizi verdik, verecek şeyimiz kalmadı artık. Kocalarımız... Yavrularımız... Hepsi, hepsi orda kaldı.'' der. İşte bu replik, eski iktidarların halk üzerindeki somut tasvirini bize gösterir.
Oyundaki bir diğer güç unsuru ölümsüzlüktür. Gılgameş hayatını bu korkuya göre düzenlemeye başlar. Ölüm korkusu onu esir etmeye başlamıştır.
''Modern iktidar kendine uygun bir kontrol mekanizması bulur ve geliştirir. Yazar bunu tanrı-insan-ölüm üzerinden örneklendirir. Sembolik anlamda Tanrı modern iktidarları ve insan ise yönetilenleri temsil ediyorsa bu noktada ölüm de kontrol mekanizmasını sağlayan kanunu temsil etmektedir.'' (Turan Güler)
Gılgameş'in ölüme karşı var olma mücadelesinin temelinde tanrılara karşı güç elde etme isteği vardır. Bu oyun ölüm-yaşam, güçlü-güçsüz gibi çatışmalar üzerine kurulmuştur. Aynı zamanda Gılgameş kendi içinde de çatışmalar yaşar. İnsan yönü tanrılara karşı mücadele ederken, kendi içindeki tanrıyı yüceltip onu güçlendirmek ister. Gılgameş otorite figürlerine karşı çıkması bakımından halkın umudunun sembolüdür. Gılgameş ne kadar halkına yardım etmek için tanrılarla mücadele etse de, aslında bu mücadelenin temelinde tanrı olma isteği vardır.
Gılgameş'e göre güç beraberinde özgürlüğü getirir. Ya da tam tersi özgür olunca güç kendiliğinden gelir. Özgür olmak için mi gücü elde etmek istiyor, yoksa güçlü olmak için mi özgür olmak istiyor bilinmez ama onun için özgürlük ve güç birbirinden ayrılamaz kavramlardır diyebiliriz.
Asena bu eserinde; iktidarlara itaat etmemek, onları sorgulamak, gerektiğinde onlara başkaldırmak gerektiğini anlatır. Bunu Utnapiştim aracılığıyla şu şekilde dile getirir: ''Dünyamızın tarihi o kadar yeni, o kadar heyecansız ki karıcığım, zaman zaman Gılgameş gibiler de gelip geçmeseler ne olur bilmem, insanların geleceği için her kuşakta bir Gılgameş'in yetişmesi gerek karıcığım. Bir Gılgameş gelmeli ki atalardan kalma o eski boş inançlar yıkılmalı, ilerlemeyi köstekleyen zincirler kırılmalı, insanlar bulduklarıyla yetinemez olmalı ve o büyük, o korkunç karanlıklara atılabilecek tutkuyu ve gücü bulmalı.''
Bu cümleler aynı zamanda eserin yazılış amacını, ana fikrini bize gösterir.
Sonuç olarak: Gılgameş aslında her dönemde karşımıza çıkan/çıkabilecek kahramanların bir sembolü haline getirilmiştir. Gılgameş her ne kadar tanrılara karşı yenilmiş olsa da mücadelenin önemini ve şartlar ne olursa olsun umut etmek ve pes etmemek gerektiğini bize göstermek için yaratılmış bir kahramandır. Bir başka deyişle Gılgameş içimizdeki çatışmaların vücut bulmuş halidir.
Comments